Ana içeriğe atla

Kur'an Ve Kölelik

 

kuran kölelik

Bu yazımızda Kur'an ve kölelik hakkında ne söylediği olacak. Bazı insanlar Kur'an'daki kölelerle ilgili hükümlerin varlığından yola çıkarak Kur'an'ın köleliği meşru gördüğünü, sadece bazı haklar tanıdığını iddia etmekte. Yazımızda bu iddianın doğruluğunu gözden geçireceğiz.

KÖLELİK YASAKLANMADI MI?

Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah, lütfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan mükâtebe yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen mükâtebe yapın. Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir.[24:33]

mameleketeymenukum=ما ملكت أيمانكم (ellerinizin altındakiler) ifadesi yerine göre anlam kazanmaktadır. Bu ayetteki kullanılan "özgürlük anlaşması yapın" (mükâtebe) ifadesi köleleri kasıt ettiğini gösteriyor. Yukarıdaki ayet kölelerin efendilerinden özgürlük istemesinden bahsetmektedir. Mükâtebenin ne olduğunu açıklamak için bir kaç tefsire göz atalım:

Kitâb ismi, bu anlam örgüsü içinde kitâbet ya da mükâtebe (lafzen, "yazışmak, karşılıklı sözleşme kaleme almak") terimleriyle eş anlamlı hukukî bir terim olup, köle ile efendisi arasında yapılan, kölenin hürriyetine karşılık olarak adil ölçülere göre belirlenmiş, taksitle de ödenebilen belli bir miktar paranın ödenmesini ya da belli bir hizmetin yahut hizmetlerin yerine getirilmesini öngören yazılı anlaşma anlamındadır. Böyle bir sözleşmenin gereğini yerine getirebilmesi için kölenin ya yasal ve kazançlı bir işte çalışması ya da gerekli parayı başka yasal yollarla (örn. üçüncü şahıslardan borç ya da hibe/ihsan yoluyla) elde etmesi sağlanır yahut en azından buna izin verilir. Kâtibûhum (lafzen, "onlar için yazın") fiilinin emir kipinde olduğu göz önünde bulundurulursa, tek şart olarak -gerekirse tarafsız hakim ya da hakimlerce karara bağlanmak üzere- kölenin iyi niyetli, iyi karakterli ve sözleşmedeki yükümlülüklerini yerine getirmeye ehliyetli olduğu sabit olduğu takdirde, köle sahibinin böyle bir sözleşme talebini geri çevirmeye salahiyeti yoktur. Sözleşme talebinin köle sahibi tarafından hukuken reddedilemez oluşu ve açık hukukî direktiflerin bu talebi destekleyecek yönde vaz'edilmiş olması açıkça göstermektedir ki, İslam Hukuku başlangıcından beri, toplumsal kurum olarak köleliğin ilgasını amaçlamıştır; ve modern zamanlarda köleliğin yasaklanmış olması bu amaca erişmek için yapılması gerekenlerin son halkasından başka bir şey değildir.¹

Muhammed Esed tefsirinde bu anlaşmanın özgürlük anlaşması olduğunu belirtmiş ve üstelik sözleşme talebinin geri çevrilemeyeceğini de belirtmiştir. Biraz daha eskilerden Kurtubi tefsirine bakalım:

6- Mükâtebe Akdi:

(Âyet-i kerîmede lâfzan geçen:) "el-Kitâb" ile "el-mükâtebe" aynı şeylerdir. Mükâtebe de ancak iki kişi arasında cereyan eden işler hakkında kullanılan "müfâale" veznindedir. Çünkü "mükâtebe" efendi ile kölesi arasındaki bir akitleşmedir. Mesela; "Kitabet akdinde bulundu, mükâtebe yaptı, mükâtebe yapmak" denilir. "Savaştı, Savaşmak" denildiği gibi. Buna göre âyet-i kerîmede "kitab" kelimesi fital, cilad ve difa' (çarpışma, vuruşma, savunma) kelimeleri gibi bir mastardır. Burada "kitab" tabirinin, üzerinde bir şeyler yazılan bildiğimiz "kitab" anlamında olduğu da söylenmiştir. Çünkü Araplar köle ile yazıştıklarında buna dair hem kendileri, hem de köleleri hakkında bir yazı yazarlardı.²

Görüldüğü gibi ayette özgürlük için antlaşma istenmesi kastedilmektedir. Bu anlaşmayı köle sahibinin reddetme gibi bir lüksü yoktur çünkü ayet açık şekilde bir emir belirtmektedir.

Bunun vacib olduğunu kabul edenler, emrin mutlak olduğunu delil gösterirler. "Yap" mutlak olarak zikredildiği takdirde, başka bir delil ile başka bir mananın kastedildiği anlaşılmadığı sürece vücub ifade eder. Bu görüş Ömer b. el-Hattâb ve İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiş olup, Taberî de bunu tercih etmiştir.³

Buna ek olarak müfessirler emir olduğuna dair bazı olayları da delil getirmektedir:

Muhammed b. Sîrin'in babası olan Şîrîn, efendisi olan Enes b. Malik'ten kitabet akdi talebinde bulunmuş ancak Enes kabul etmemiştir. Ömer (radıyallahü anh) elindeki kamçıyı tepesine kaldırıp: "Eğer onlarda bir hayır görürseniz, mükâtebe yapınız" âyetini okuyunca, o da mükâtebede bulunmuştur.

Ayete göre köle sahibi bir antlaşma teklifini reddedemez. Yukarıda Muhammed Esed tefsirinde yazdığı gibi antlaşmada köle sahibine  bir para ödenmesi söz konusudur. Peki bir köle bu parayı nasıl ödeyebilir ki? Muhammed Esed kendi tefsirinde biraz bahsetmiş olsa da bu konuya biraz daha değinmek istiyorum.
Ayette geçen "Allah'ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin." ifadesi hakkındaki görüşlere bakalım:

Otoritelere göre, bu ifade (a) köle sahibinin, köleyi gerekli miktarda parayı elde edebilmesi yönünde göstereceği çabalarda desteklemek, yani onun emeğine daha cömertçe değer biçmek ya da tazminat kabilinden toplu bir ödemede bulunmak şeklindeki yükümlülüğünü; (b) cemaat yahut devlet hazinesinin (beytü'l-mâl), 9:60'da vaz'edilen ve zekatın kullanılma alanlarından birinin de insanları kölelik zincirinden (fi'r-rikâb, 2. sure, 146. notta açıklanan bir ifade) kurtarma işi olduğunu belirten Kur'ânî ilke uyarınca, kölelerin azad edilmesi işini finanse etme yükümlülüğünü dile getirmektedir. Bunun içindir ki, Zemahşerî yukarıdaki ifadenin sadece köle sahibi kişilere değil, bütün bir cemaate hitab ettiği görüşündedir. "Allah'ın malı/zenginliği" ifadesi, "Allah'ın, karşılığında cenneti vaad ederek müminlerden canlarını, mallarını satın aldığı" yolundaki (9:111) Kur'ânî ifadeyle ilgili bir îma taşımaktadır ki bunun anlamı, insanın sahip olduğu her şeyin gerçekte Allah'a ait olduğu ama insana bunlar üzerinde sadece kullanma ya da yararlanma hakkının verildiğidir.

Zemahşerî gibi önemli isimlerinde ayetlerle temellendirdiği gibi buradaki hitabın tüm Müslümanlara dolayısıyla Müslümanların köleleri özgür bırakma yükümlülüğü olduğuna işaret edilir. Bunun dışında Muhammed Suresi 4. ayet ile de köleleştirme son bulmuştur:

Küfredenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Nihayet onları sindirince, bağı sıkı tutun. Bundan sonra esirleri ister karşılıksız, ister fidye karşılığında serbest bırakın. Eğer Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.[47:4]

Görüldüğü gibi esirlerin karşılıksız (bir iyilik olarak) veyahut da bir fidye karşılığında bırakılması gerekmektedir. Esirler eninde sonunda serbest bırakılacaktır. Bağı sıkı tutun ifadesi esir alın demektir ki Zemahşerî'de bunu söyler.

فَشُدُّوا الْوَثَاقَۙ (ipi sıkı bağlayın) ifadesi "onları esir alın" demektir. Vesâk ve Visâk kendisiyle bir şey bağlanan nesnenin ismidir. مَنًّا ve فِدَٓاءً kelimeleri temunnûne mennen ve tufdûne fidâen şeklinde gizli iki fiille mansüb olup; "Onları ya lutfedip karşılıksız serbest bırakırsınız veya fidye alarak serbest bırakırsınız" demektir. Bu ifade kâfirleri esir aldıktan sonra onları ya bedelsiz ya da fidye karşılığı serbest bırakma hususunda Müslümanlara tercih hakkı vermektedir.

Burada ayet açık olsa da değinmek istediğim bir konu bulunmakta. Bazı müfessirler bu ayette esirlere yönelik üçüncü bir seçenek daha bulunduğunu bunun da esiri öldürmek olduğunu söylemişlerdir ve bunun delili olarak rivayet edilen bir olayı göstermişlerdir. Önce olaya bakalım:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ukbe b. Ebi Muayt'ı, en-Nadr b. el-Haris'i Bedir günü elleri kolları bağlı olduğu halde öldürmüş, diğer Bedir esirlerini fidye karşılığında bırakmış, elinde esir bulunan Hanife oğullarından Sümame b. Üsal'i de karşılıksız serbest bırakmış, Seleme b. el-Ekva'dan bir cariye alarak onu birtakım müslümanlara karşı fidye vermiştir. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Mekkelilerden bir grub baskın yapmak istemiş, peygamber onları yakaladıktan sonra karşılıksız serbest bırakmıştı. Hevazinlilerden alınan esirleri de karşılıksız serbest bırakmıştı.

Bu olayla ilgili dikkat çekmek istediğim iki önemli husus bulunmakta. İlki bu olayın geçtiği tarihte esirlerle ilgili hüküm indirilmemişti.

Sûre Medine’de, Bedir Savaşı’ndan sonra ve muhtemelen Uhud Savaşı esnasında, Hadîd sûresinin peşinden nâzil olmuştur. Mekke’de indiğini söyleyenler, İbn Abbas’ın, 13. âyeti kastederek “Mekke’de, Hz. Peygamber oradan keder içinde ayrılırken gelmiştir” sözünü genelleştirerek yanılmışlardır (Kurtubî, XVI, 216; İbn Âşûr, XXVI, 71). Bu ayrılıştan maksat hicret ise, yalnızca 13. âyet Mekke’de inmiş demektir, Vedâ haccındaki ayrılış kastediliyorsa, o da Medine’de inenlere dahildir.⁸

Göründüğü gibi olay gerçekleştiğinde ortada henüz bir hüküm yoktu bu durumda müslümanlar kendi bilgilerine dayanarak bir hüküm getirmişlerdir. Zaten yukarıda anlatıldığı gibi Bedir'den sonraki olaylarda tüm esirler bazen karşılıklı bazen ise karşılıksız serbest bırakılmıştır. Bu olayla ilgili değinmek istediğim ikinci hususa gelirsek olaya baktığımızda sadece iki kişi infaz edilmiş, geri kalan tüm esirler serbest bırakılmıştır. Bu kişiler döneminin en büyük İslam düşmanlarındandır ki Ukbe b. Ebi Muayt hakkında bir kaç şeyden bahsedelim.

Ukbe b. Ebi Muayt Hz. Muhammed'in komşusu idi ve Hz. Muhammed'in evinin kapısına pislik bırakan, kendisine sürekli hakarette bulunan hatta bir gün Hz. Muhammed secdede iken yeni doğuran devenin etenesini (döl eşi, meşîme) Hz. Muhammed'in üzerine atan, başka bir zamanda ise yine Hz. Muhammed namaz kılarken onu boğmaya çalışmış biridir.⁹ 
Bu kişinin yaptıkları eylemler öldürülmesi için yeterlidir ki zaten kendisi cinayete teşebbüs etmiş bir işkencecidir. Tabi ilk hususta bahsettiğim hükmün henüz inmeme durumu olay açısından daha önemlidir ama bu hususun da bilinmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Bu hususlara bağlı olarak esirlerin öldürülmesi gibi bir durum asla söz konusu olamaz ki ayet açıktır ve ayet indikten sonra Hz. Muhammedin esirleri serbest bıraktığı da görülmektedir.

KÖLELİK İLE İLGİLİ HÜKÜMLER KÖLELİĞİ MEŞRU MU YAPMAKTADIR?

"Madem Kur'an köleliği kaldırmıştır bu durumda köleler ile ilgili hükümleri nereye koymalıyız?" gibi bir soru ile karşılaşmak doğaldır ama buradaki hata bir konunun yasak olması o konu ile ilgili hüküm olmayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin Kur'an sarhoşluk edici maddeler kullanmayı yasaklar ama sarhoşlar ile ilgili hükümler bulunmaktadır. (bkz. 4:43) Peki sarhoşluk ile ilgili hüküm bulunması sarhoşluğun meşru kılındığını mı göstermektedir? Elbette ki bunu söylemek bir mantık hatası olacaktır ki kölelik ile ilgili hükümler de bu şekildedir. O dönemde var olan köleler vardır ve bunlarla ilgili hükümler olması gayet doğaldır ama bu dediğim bu hükümlerin tarihsel olduğu anlamına gelmez ki bir senaryo ile bu durumu açıklayabiliriz:

Bir insan düşünelim bu insan Müslüman değil ve elinde köleleri bulunmakta. Diyelim bu adam bir süre sonra Müslüman oldu ve yanlışlıkla birini öldürdü. Bu durumda köle azat edebilir ve bulunan bir hükmü uygulamış olur.

Senaryo da gördüğünüz örnek olması mümkün bir olaydır ve kimse gelecekte bir savaş sonucunda kölelik sisteminin geri gelmeyeceğine garanti veremez. Bu durumda hükümler ne evrenselliğini yitirir ne de köleliği meşru kılar.

SONUÇ

Sonuç olarak ayetlerden de görülebileceği gibi Kur'an köleliği ve köleleştirmeyi engellemiştir. Yazımızı Kur'an'dan bir pasaj ile bitiriyorum:

Fakat o, sarp yokuşu aşamadı.
Bilir misin nedir o sarp yokuş?
Köle azat etmektir. [90:11-13]


KAYNAKÇA:

1: Muhammed Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, İşaret Yayınları, ss. 865
2: İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami'l-Kur'an, Buruç Yayınları, 12/382
3: A.g.e ss. 12/379-383
4: A.g.e ss. 12/379-383
5: Muhammed Esed, Kur'an Mesajı Meal-Tefsir, İşaret Yayınları, ss. 866
6: Zemahşerî, El-Keşşaf, TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI, 6/194
7: İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami'l-Kur'an, Buruç Yayınları, 16/114



Yorumlar

  1. Mükemmel bir yazı olmuş. Eline sağlık.

    YanıtlaSil
  2. İslam'da köleliğin olmadığını kaynaklarla gözler önüne seren bir yazı olmuş, eline sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Muazzam bir yazı,yazarı tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  4. Çok güzel bir yazı olmuş ben de bir iki ekleme yapayım. Gazzali mükatebenin farz değil mendup (bir nevi öneri) olduğunu söylemiş. Zira Türkçede olduğu gibi Arapçada da emir kipiyle kullanılan kelimeler her zaman emir anlamına gelmez. Buna Kuran’dan “ihramdan çıkınca avlanın” (Maide 2) ve “namazı kılınca dağılın.” (Cuma 10) ifadeleri gibi birçok ayet örnek verilebilir. Bence de yazıda da bahsettiğiniz gibi aksine bir işaret olmadıkça emir olarak anlamak daha mantıklı fakat bu görüşü ve bilgiyi de paylaşmak yararlı olabilir. Ayrıca "ma memleket eymanukum" ifadesi sağ ellerinizin altındakiler olarak çevrilebileceği gibi anlaşmalarınız altındakiler olarak da çevrilebilir, el de zaten bu anlamda bir mecazdır.
    
Bir insanın “sahibi, efendisi” olmak zaten bir Müslümanın kabul edemeyeceği bir şeydir diye düşünüyorum çünkü Müslümanlık en başta her şeyin sahibi ve efendisinin Allah olduğunu kabul etmektir.

    YanıtlaSil
  5. Madem kölelik İslam’da yok Arabistan’da kadının araba sürme hakkı neden 2016’da verildi??? Her şeyi kıvırıyorsunuz ama gerçeklerden kaçamazsınız kskdkslskskksks

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Pisikateist Eğer bu yorumu ciddi ciddi yazdıysan lütfen aklını kullan. Bir kere kölelik ile araba sürme hakkının en ufak bir bağlantısı yok. İkincisi onlar Arap diye her emri yerine getiriyorlar diye bir kaide yok. Bak adam ne güzel her türlü kaynağı vererek anlatmış. Bu durumda demek ki onlar bu emirlere uymuyor. Gerçekler bunlar. O zaman kaynağını belirterek bu iddiaları çürütmek ile yükümlüsün.

      Sil
  6. Mükemmel bir yazı olmuş ama ateistler okumadığı sürece bir işe yaramayacak olması üzücü onlar sorgulama nedir araştırma nedir bilmez önüne koyulana inanırlar tek kaynakları youtuber ateistler olan insanlardan ne bekleyeceğiz ki gerçi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ateistler okusada reddeder yine, önemli olan onlar değil zaten arada kalanlar okumalı bence yoksa ateistler en mükemmel ayeti bile eleştiriyorlar.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an ve Huri Kavramı

Bu yazımızda Kur'an'daki huri kavramının ve cennette vadedilen ödüllerin bir değerlendirmesini yapacağız.   1) Huriler sadece erkeklere verilen bir ödül mü?   Arapça'da isimler cinsiyet bakımından  müzekker  ve  müennes  yani eril ve dişil olarak ikiye ayrılır. Erkek ve kadının karışık olduğu bir topluluğa veya sadece erkeklerin olduğu bir gruba yönelik bir hitap söz konusu olduğunda müzekker, yani erkek takı kullanılır.¹  Mesela "...Onlar için orada (Cennet'te) temiz eşler vardır..." [2:25] derken müzekker kullanılır. Eğer hitap erkek zamir ve erkek kalıplar üzerinden getiriliyorsa muhatap herkestir, kadın-erkek ayrımı söz konusu değildir. Buna bir örnek verecek olursak:   Müminun Suresi 1.Ayette " قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ " ifadesi yer alır.  "Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir" mealindeki bu ayette "müminler" kelimesi için kullanılan kelime yine erkek kalıptadır. Bu kurtuluşa erenler arasında kadınlar y

Çoklu Evrenler ve İslam

Paralel evren, çoklu evren olarak tanımlanan birbirinden farklı gözlemlenebilir evrenlerin hipotezsel toplamıdır. İçinde bulduğumuz evren bu çoklu evrenlerin sadece bir parçasıdır. Her şeyden önce şunu belirtmek isteriz ki çoklu evrenler bilimsel bir teori değildir, fizikteki çeşitli teorilerden çıkan teori bir sonuç olduğu belirtilmesi önemlidir. Bilimsel teoriler iyi çalışılmış, gözlemler, deneyler ve bilimsel metodun diğer yöntemleriyle tekrar tekrar test edilmiş açıklamalardır; nasıl ve neden sorularına yanıt verirler ve çoğunluğun sandığının aksine varsayımdan ibaret değildirler. Çoklu evrenler de henüz bir teori aşamasında olmamasına karşın arkasında güçlü fiziksel kanıtlar barındıran bir konsepttir. Modern bilimde çoklu evrenlerin varlığı üzerinde onlarca modelleme bulunmaktadır ve çoklu evrenler fizikte onlarca sorunu açıklar niteliktedir. Bu modellerden bir kaçına değinelim: Uzamsal Çoklu Evren Uzamsal çoklu evrenler modellerinde çok büyük -belki de sonsuz- tek bir uzay vardır

İbn Rüşd ve Din-Felsefe İlişkisi

Din Kavramı         Öz Arapça’da din kelimesi, “usul, alışkı veya tutulan yol” gibi anlamlara gelmektedir. Farsça’da “alışkı edinmek, inanmak” gibi anlamlara gelirken Arami/İbrani dillerinde “hükmetmek, mülk, yargı, hesap ve mükafat” anlamlarına gelir. Eski Yunanca’da ise “korku ile karışık sevgi/saygı” manasına gelir.[1] Batı’da ise Latince “religin/religio” kelimesinden gelen kavram, “tekrar tekrar okumak, yapmak ve ihmal etmemek, bir şeyi vazife edinmek” anlamlarına gelir fakat kelimenin kökeninin ne olduğu konusunda fikir birliği yoktur.[2] Kimi zaman afyon, kimi zaman ulaşılması gereken nihai bilgi olan din kavramının genel bir tanımını yapmak imkansız olsa da; tanım olarak, subjektif bir tutum sergilemeden, aşağıdaki tanımı vermek istiyorum: Din, birtakım inançlar, fiiller ve cemaatin ortak tecrübeleriyle ve bireysel tecrübelerle inşa edilmiş; kendini adamayı, ibadeti ve odaklanmış bir hayat istikametini ilham eden veya gerektiren bir “nihai gerçeklik” tasavvurudur.[3]

Kur'an'a Göre Güneş Balçıkta Mı Batar?

Bu yazı, birçok İslam karşıtı tarafından sıkça dile getirilen ve "bilimsel hata" olarak nitelendirilen bir ayet olan Kehf 86'ya yönelik olarak getirilen "gerçekten bilimsel hata var mı, ayet nasıl anlaşılabilir veya nasıl tasvir edilmiştir, Zülkarneyn kimdir?" gibi sorulara cevap niteliğinde olacak. En başta "Zülkarneyn Kimdir" sorusunu ele alalım. Öncelikle belirtmek isteriz ki, Kur'an şahısları değil karakterleri ele alır. Örneğin Tebbet suresinde bahsedilen Ebu Leheb'i düşünelim. Kur'an'ın buradaki odağı, tek hedefi Ebu Leheb değildir, Ebu Leheblerdir. Kıyamete kadar gelecek Ebu Leheb karakterindeki kişilerdir. Dolayısıyla Kur'an genellikle isimlere yer vermez, olayı lakap yoluyla ele alır. Bu da Kur'an'ın evrenselliğine dair en büyük delillerdendir. Zülkarneyn de bir lakaptır, illa tek bir şahıs olarak ele alınması gerekmez. Arapça bakımından Zülkarneyn'i incelersek derin manalara gelebildiğini ve anlatılan kıssa ile