Ana içeriğe atla

Kur'an'a Göre Güneş Balçıkta Mı Batar?



Bu yazı, birçok İslam karşıtı tarafından sıkça dile getirilen ve "bilimsel hata" olarak nitelendirilen bir ayet olan Kehf 86'ya yönelik olarak getirilen "gerçekten bilimsel hata var mı, ayet nasıl anlaşılabilir veya nasıl tasvir edilmiştir, Zülkarneyn kimdir?" gibi sorulara cevap niteliğinde olacak.

En başta "Zülkarneyn Kimdir" sorusunu ele alalım. Öncelikle belirtmek isteriz ki, Kur'an şahısları değil karakterleri ele alır. Örneğin Tebbet suresinde bahsedilen Ebu Leheb'i düşünelim. Kur'an'ın buradaki odağı, tek hedefi Ebu Leheb değildir, Ebu Leheblerdir. Kıyamete kadar gelecek Ebu Leheb karakterindeki kişilerdir. Dolayısıyla Kur'an genellikle isimlere yer vermez, olayı lakap yoluyla ele alır. Bu da Kur'an'ın evrenselliğine dair en büyük delillerdendir. Zülkarneyn de bir lakaptır, illa tek bir şahıs olarak ele alınması gerekmez. Arapça bakımından Zülkarneyn'i incelersek derin manalara gelebildiğini ve anlatılan kıssa ile uyuştuğunu görürüz. Arapça'da "zü" eki sahiplik ekidir, malik olma manası katar. "Karn" ise boynuz, çağ, kuşak, zaman, yakın gibi manalara gelir¹. Enam 6, Yunus 13, Hud 116, İsra 17, Meryem 74 ve Taha 51 gibi birçok ayette "nesil,kuşak" gibi manalarda kullanılmıştır. İnglizce'deki horn (boynuz) kelimesi ile de benzerlik gösterir. İbranice'de de kullanılan qaran kelimesi de bu kelime ile benzerlik gösterir. Hatta Mısır'dan Çıkış 34:29'da qaran kelimesi kullanılır:

"Musa elinde iki antlaşma levhasıyla Sina Dağı'ndan indi. RAB'le konuştuğu için yüzü ışıldıyordu, ama kendisi bunun farkında değildi." Burada ışıldamak şeklinde çevrilen kelime de qaran'dır, boynuz tercümesi daha isabetlidir ve burada gücün kastedilmiş olması muhtemeldir. Boynuz gücü simgeler ki birçok savaşta da kullanılmış miğferler de bunun bir göstergesidir. Sona gelmiş "neyn" ifadesi de iki, çift gibi manalar katar. Kısaca Zülkarneyn, çift boynuzlu, iki çağ hükümdarı, iki kuşağa malik, iki tarafta da güç sahibi gibi manalara gelebilir. Doğu ve batısında hükümdarlık etmiş, yeryüzünde kudretli kılınmış kimseler buradaki kastedilenlerdir. Özetle Zülkarneyn, karakteristik özellikleri belirtilmiş sembolik bir ifadedir.

Gelelim asıl konumuz olan güneşin balçığa batma meselesine.Bu ayet ile ilgili birçok müfessir mantıklı yorumlarda bulunmuştur.Yazımızda kayda değer olanları değerlendirip sonda bir kanıya varacağız. Öncelikle Muhammed Esed'in tefsirinden bir alıntı yapalım: 

"[Batıya doğru giderek] günün birinde güneşin battığı yere vardı; (güneş) ona kopkoyu, bulanık bir suya dalıyormuş" Görüldüğü üzere Esed, güneşin battığı yeri yolculuğunda batıya doğru varabileceği en uzak nokta olarak yorumlamıştır.² Eski müfessirlerden başta Fahreddin Razi³ ve İbn Kesir⁴ olmak üzere kimi müfessirler de bu manayı ayete uygun görmüş, Atlas Okyanusu ve Karadeniz gibi yerlere kadar gittiğini söylemiştir. Güneşin suya batmasını da bundan hareketle yorumlamışlardır. Esed bu gibi ifadeleri şöyle özetler: 

"Bulanık bir suya yahut: “derin, bol bir suya”  ki bu karşılık, pek çok lugatçiye göre (başta Tâ-cu’l-Arûs), birincil anlamı “kaynak/göze” olan ‘ayn sözcüğünün anlamlarından biridir. Tam karşılığı “[güneşi] batar buldu (vecedehâ)” olan ama bizim “ona dalıyormuş gibi göründü” sözcükleriyle aktardığımız ifadeye gelince, bu hususta bkz. Râzî ve İbni Kesîr, bu müfessirlerin ikisi de bu ifadede güneşin “denize dalıp kaybolması” şeklinde cereyan eden genel göz aldanmasından mülhem bir mecaz karşısında olduğumuza işaret etmektedirler. Râzî, bilimsel bir doğrulukla, bu göz aldanmasının yerin küresel olmasından ileri geldiğini ifade eder. (Burada kaydedilmesi ilginç olacak olan şudur: Râzî'ye göre, bu açıklama daha önce, H. 303 yılında -M. 915 ya da 916- ölen ünlü Mutezilî alim Ebû Ali el-Cubbâ‘î'nin halen kayıp bulunan Kur’an tefsirinde yer almıştır) 

Çağdaş müfessirlerden Mevdudi⁶ ve Muhammed Ali es-Sabuni⁷ gibi kimseler de bu manaya destek vermiştir.Mevdudi; eserinde eğer Kisra, Zülkarneyn ise denizin kara suları'ndan kastın Anadolu'nun batı sınırları ve Ege Denizi olduğunu ileri sürmüş ve ayette bahr (su kütlesi) değil de ayn (su kaynağı,pınar) kelimesinin kullanılmasının da bu tefsiri desteklediğini ileri sürmüştür.

Ayette dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da kullanılan megribe ifadesidir. Megribe, ayette mimli mastar, ismi zaman ve ismi mekan olarak üç şekilde de anlaşılabilir. Çünkü bu üçünün de kalıbı aynıdır. Yani bu ifade "Güneşin batışına", "güneşin batma zamanına" ve "güneşin batma yerine" olarak üç farklı şekillerde anlaşılabilir. Ayetten tasvirin Zülkarneyn'in gözünden yapıldığı anlaşılır. Bu da 'güneşin denize «eleştiren kişilerin anladığı şekilde» batmadığıdır. Bu konu ile ilgili Hubeyb Öndeş şöyle demektedir:

"Buradaki (وجد) ["buldu"] fiili, olayın Zülkarneyn'in gözünden anlatıldığını gösteriyor. Bunun yerine cümle (كنت تغرب) yani "[ulaştığı zaman,] güneş batıyordu" şeklinde olsaydı, olay insan gözüyle değil; gerçek anlamda anlatılıyor olurdu."

Ayette bağlamından da anlaşıldığı gibi burada gerçek anlamda kullanılmadığı açıktır. Çok basit bir analoji kuralım; Amerika'da yaşayan John, hocasına "Hocam Türkiye'de yaşayan Ahmet, bizim sınıfın en güçlüsü benim dedi." demiş olsun. John'un hocası John'a "Hayır, saçmalıyorsun. Arkadaşın James bile daha güçlü" deyip kızarsa bu mantıklı bir hareket mi olur? Aynı şekilde birinin müteşabih şekilde belirttiği duruma bilimsel hata denilmesine ne demeli? Son olarak, diğerlerinden farklı olduğu ve akla yaktın bir görüş olabileceği için Prof. Dr. İsmail Yakıt'ın Ku'ran-ı Hakim mealinde yer verdiği şu kanıya da yer verelim: 

"Buradan anlaşılan,ikbal güneşi batmak üzere olan,yani tarih sahnesinden çekilmeye yüz tutmuş bir kavmin durumunu gösteriyor" ve hemen devamında gelen 90.ayeti de şöyle yorumlamıştır: "Doğudaki bu kavimde tarih sahnesine yeni çıkan fakir ve yoksul bir kavimdir. Bunun da öncelikle ekonomisinin gelişmesi gerekir."⁹

Özet geçmek gerekirse, varabileceği yerlere kadar mesajı ileten, hükümdarlık süren kimseler bu ayetlerde bahsedilen kimselerdir. Tıpkı ismi gibi iki uca, iki zamana, iki çağa, iki uzak yere, iki kuşağa malik olanlar bu ayetlerde bahsedilen kimselerdir. 

KAYNAKÇA 

¹: Ragıp el-İsfehani,Müfredat:Kur'an Kavramları Sözlüğü,Çıra Yayınevi,İstanbul,Ağustos 2010 s. 840-841 

²: Muhammed Esed,Kur'an Mesajı 2.Cilt,İşaret Yayınları,İstanbul,Eylül 1999 s.601-602 

³: Fahreddin Razi,Tefsir-i Kebir 21.cilt s.166 

⁴: Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 10/5082-5086 

Muhammed Esed,Kur'an Mesajı 2.Cilt,İşaret Yayınları,İstanbul,Eylül 1999 s.602 

⁶: Mevdudi,Tefhim-ül Kur'an s.784-785 

⁷: Muhammed Ali es-Sabuni,Safvetü't Tefasir 3.Cilt,Yeni Şafak Yayınları,İstanbul,1995 s.465 

⁸: https://www.aklinyolu.info/post/18-kehf-suresi-hubeyb-%C3%B6nde%C5%9F-meali

⁹: İsmail Yakıt,Kur'an-ı Hakim Meali,Ötüken Neşriyat,İstanbul,2020 s.327

Yorumlar

  1. Çok güzel yazı olmuş, eline sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Kutsal Kitap'tan verdiğiniz bölümde boynuz manası bir çeviri hatasıdır. 347-420 yılları arasında yaşamış, İncil'i İbranice ve Yunancadan Latinceye çeviren Aziz Jerome; ışıldamak ve boynuz anlamlarına gelen kelimeyi boynuz olarak anlamlandırmış ve şöyle yanlış çevirmiştir:
    “Ve Musa daha sonra Sina Dağından iki antlaşma tabletiyle indi. Lord ile konuştuğu için yüzünün ‘boynuzlu’ olduğunu bilmiyordu."
    Hatta bu hata, Michelangelo'nun Musa'nın Hükmü adlı ünlü heykelinde Musa'yı boynuzlu tasvir etmesine neden olmuştur. Kelimeye boynuz anlamı verilse bile güçten mecaz olarak anlaşılması gerekir diye düşünüyorum. Çeviri hatasını Michelangelo'nun çağdaşı Erasmus düzeltmiş. İnsanların 1000 yıldan uzun süre yanlış çeviriyi okumaları ilgi çekici ve akıllı kişilere ders niteliğinde.
    Kaynaklarla birlikte sağlam ve özlü bir yazı olmuş tebrik ederim. Cubbai'nin bu yorumundan habersizdim öğrenmem çok iyi oldu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eleştiri ve bilgilendirme için çok çok teşekkür ederiz.Elinize sağlık.Vurgulamak istediğimiz,iki Sami dil olan İbranice ve Arapça'nın birbiriyle gösterdiği benzerliklerinden biriydi.Ancak dediğiniz gibi;ışıldama manası da olabilir boynuz da,lakin boynuz manası gelirse bile güç anlamının gelmesi daha uygun olur.Hatamızı düzelttiğiniz için teşekkür ederiz.

      Sil
  4. İşimize gelince sadece Kuran işinize gelince de tefsirlere sarılırsınız... Yorum yok gerçekten sjkskskskjsjsj

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an ve Huri Kavramı

Bu yazımızda Kur'an'daki huri kavramının ve cennette vadedilen ödüllerin bir değerlendirmesini yapacağız.   1) Huriler sadece erkeklere verilen bir ödül mü?   Arapça'da isimler cinsiyet bakımından  müzekker  ve  müennes  yani eril ve dişil olarak ikiye ayrılır. Erkek ve kadının karışık olduğu bir topluluğa veya sadece erkeklerin olduğu bir gruba yönelik bir hitap söz konusu olduğunda müzekker, yani erkek takı kullanılır.¹  Mesela "...Onlar için orada (Cennet'te) temiz eşler vardır..." [2:25] derken müzekker kullanılır. Eğer hitap erkek zamir ve erkek kalıplar üzerinden getiriliyorsa muhatap herkestir, kadın-erkek ayrımı söz konusu değildir. Buna bir örnek verecek olursak:   Müminun Suresi 1.Ayette " قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ " ifadesi yer alır.  "Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir" mealindeki bu ayette "müminler" kelimesi için kullanılan kelime yine erkek kalıptadır. Bu kurtuluşa erenler arasında kadınlar y

Çoklu Evrenler ve İslam

Paralel evren, çoklu evren olarak tanımlanan birbirinden farklı gözlemlenebilir evrenlerin hipotezsel toplamıdır. İçinde bulduğumuz evren bu çoklu evrenlerin sadece bir parçasıdır. Her şeyden önce şunu belirtmek isteriz ki çoklu evrenler bilimsel bir teori değildir, fizikteki çeşitli teorilerden çıkan teori bir sonuç olduğu belirtilmesi önemlidir. Bilimsel teoriler iyi çalışılmış, gözlemler, deneyler ve bilimsel metodun diğer yöntemleriyle tekrar tekrar test edilmiş açıklamalardır; nasıl ve neden sorularına yanıt verirler ve çoğunluğun sandığının aksine varsayımdan ibaret değildirler. Çoklu evrenler de henüz bir teori aşamasında olmamasına karşın arkasında güçlü fiziksel kanıtlar barındıran bir konsepttir. Modern bilimde çoklu evrenlerin varlığı üzerinde onlarca modelleme bulunmaktadır ve çoklu evrenler fizikte onlarca sorunu açıklar niteliktedir. Bu modellerden bir kaçına değinelim: Uzamsal Çoklu Evren Uzamsal çoklu evrenler modellerinde çok büyük -belki de sonsuz- tek bir uzay vardır

İbn Rüşd ve Din-Felsefe İlişkisi

Din Kavramı         Öz Arapça’da din kelimesi, “usul, alışkı veya tutulan yol” gibi anlamlara gelmektedir. Farsça’da “alışkı edinmek, inanmak” gibi anlamlara gelirken Arami/İbrani dillerinde “hükmetmek, mülk, yargı, hesap ve mükafat” anlamlarına gelir. Eski Yunanca’da ise “korku ile karışık sevgi/saygı” manasına gelir.[1] Batı’da ise Latince “religin/religio” kelimesinden gelen kavram, “tekrar tekrar okumak, yapmak ve ihmal etmemek, bir şeyi vazife edinmek” anlamlarına gelir fakat kelimenin kökeninin ne olduğu konusunda fikir birliği yoktur.[2] Kimi zaman afyon, kimi zaman ulaşılması gereken nihai bilgi olan din kavramının genel bir tanımını yapmak imkansız olsa da; tanım olarak, subjektif bir tutum sergilemeden, aşağıdaki tanımı vermek istiyorum: Din, birtakım inançlar, fiiller ve cemaatin ortak tecrübeleriyle ve bireysel tecrübelerle inşa edilmiş; kendini adamayı, ibadeti ve odaklanmış bir hayat istikametini ilham eden veya gerektiren bir “nihai gerçeklik” tasavvurudur.[3]